02 Eylül 2006

ESRARKEŞ VE ŞEHİT OLMA İSTEĞİ

Çankaya’ya gitmek için Kızılay’da taksiye bindim. Arabada tuhaf bir koku. “Kusura bakma” dedi pala bıyıklı, külhanbeyi kılıklı, cüsseli mi cüsseli şoför; “Çin-Çin’e uğradım, bir cigaralık alıp içtim…” Mesafe kısa ama memleket Türkiye; ille de muhabbet: - Ne iş yapıyorsun birader? Gazetecilikten anlamam, hele objektif gazeteciliğin kenarından bile geçmem, haddime düşmese de militan olarak görürüm kendimi, yine de “Gazeteciyim” dedim ne hikmetse. - Gazeteci mi? - Evet. - Sana bir soru soracağım. - Buyurun. - Bu Amerika var ya… - Evet? - Bu Amerika bize de saldırır mı? Adamın korktuğunu sandım, halt ettim, rahatlasın diye “Şu an için öyle bir tehlike görünmüyor” dedim, Amerika’nın Türkiye’ye mütemadiyen saldırdığı fikrini kendime saklayarak. Adam hayal kırıklığına uğramasın mı? “Keşke saldırsa!” dedi. - Niye? - Şöyle: Bu şerefsizler önlerine gelen memleketi istila ediyor, çoluk-çocuk demeden önlerine geleni öldürüyor, kimse bunlara bir şey demiyor, kanıma dokunuyor. Diyorum ki: Türkiye’yi de istila etseler, Ankara’ya kadar gelseler, ben de şu arabadan inip bir tanesini alnından vursam, onlar da beni kurşuna dizseler de şehit olup direkt cennete gitsem… Bizim günahımız çok birader, başka kurtuluşumuz yok.” Şu işe bakın…Tam memleketten ümidi keseyim diyorum, esrarkeş bir taksi şoförü ümidimi tazeliyor! Hakan Albayrak